Türkiye’nin tüm deniz fenerlerini ve hikayelerini burada sıralarsak sayfalar yetmez. Ancak mutlaka görülmesi gereken 8 tane fenerimiz ve hikayeleri…
KARADENİZ EREĞLİSİ, ZONGULDAK, ÖLÜCE FENERİ
Henüz teknolojik olanakların sınırlı olduğu dönemlerde, deniz fenerlerini inşa etmek pek kolay olmasa gerek. Düşünün, yolu bile olmayan kuş uçmaz kervan geçmez tepelere ve burunlara yapılmış fenerlerin çoğu. Önce tüm malzemeler İstanbul’daki atölyede hazırlanırmış. Daha sonra kullanılacak malzeme ve işçiler, tekneler ve katırlar aracılığıyla inşaat alanına nakledilirmiş. Günlerce ıssız doğada çalışılarak inşaat bitirilirmiş. Büyük fedakârlıklar sayesinde ve güçlüklerin üstesinden gelinerek ortaya çıkmış, tarihi fenerler. Zonguldak ilinin Karadeniz Ereğlisi ilçesinde bulunan Ölüce Feneri, bu tür örneklerden sadece biri. Korubaşı köyüne yarım saat yürüme mesafesindeki, yemyeşil bir buruna yapılmış fener. Arkasını yasladığı tepe, askeri bölge. Nemli ve hayli yaban bir ormanın içinden geçilerek ulaşılıyor Ölüce’ye. Yıllardır burada görev yapan fener bekçisi, arkasında römorku olan motoruyla, belli belirsiz bir patika oluşturmuş.
Fenerin bulunduğu burun, gemi kazalarının çok sık olduğu tehlikeli bir bölge. Anakaradan kuzeye doğru dik bir çıkıntı yapan burun, doğuya doğru sert bir dönemeç yapıyor bu alanda. Ansızın patlayan fırtınaların ve günlerce süren sislerin yoğun yaşandığı bu bölgede yükseliyor Ölüce Feneri. Denizden 78 metre rakımdaki tepeye konumlanan kule, sis düdükleriyle uyarıyor kaptanları. Sis düdüklerinin ıslık çalmasıyla birlikte, bekçi köpeği de havlamaya başlıyor. “L” şeklinde planlanan yapıların önünde yükselen fener kulesi, 9 metre yüksekliğinde.
SİNOP, İNCEBURUN FENERİ
Yıllar önce Türkiye’nin en kuzeyinden en güneyine bisiklet turuna başlamak amacıyla gittiğim Sinop’ta görmüştüm bu feneri. İnceburun Feneri’nden başlayan rotamız 11 günlük yorucu bir yolculuğun ardından Mersin sınırları içindeki Anamur Feneri’nde sona ermişti. Bisiklet selesi üzerinde Türkiye’nin iki ucundaki iki feneri keşfederken, her ikisinin de ne kadar farklı coğrafyalarda yer aldığını da keşfetmiştim heyecanla.Önü kayalık bir uçurum olan tepeye dikilen güneydeki kardeşinin aksine, sahilin hemen arkasındaki bir düzlükte yer alıyor İnceburun Feneri. Deniz fenerlerimiz arasındaki önemi, Türkiye’nin en kuzey ucunda yer alması. Karadeniz’in rengiyle uyumlu siyah kayalıklar, denizle arasında doğal bir bariyer vazifesi görüyor sanki. Lojmanın bir parçası olarak yükselen 12 metrelik kulenin yapısı hayli ilginç. Binanın damından itibaren kule, altıgen bir formda inşa edilmiş. Sahilden bakıldığında kocaman bir dev gibi görünüyor bu mimari tarz. Bembeyaz yapı, Karadeniz’in hırçın dalgaları arasından kaptanlara göz kırpıyor.
İnceburun Feneri, Sinop’un merkezine yaklaşık 20 kilometre mesafede yer alıyor. Fenere ulaşmak isteyenlerin, Ayancık yolu üzerindeki Sarıkum Tabiat Alanı tabelasından sağa dönmeleri gerekiyor. Orman, sulak alan, kuş sürüleri, göl, kumsal ve denizden oluşan Sarıkum, bir tabiat harikası. Fener gezisi sonrası Hamsilos Fiyord’u ve Ak Liman’ı ziyaret etmeyi unutmayın.
ARTVİN, HOPA FENERİ
Karadeniz sahillerinde yolların olmadığı döneme kadar uzanıyor Hopa Feneri’nin geçmişi. Sadece gelip geçen tekneler açısından değil, malzeme getiren takalar için de yol gösterici görevini yürütüyormuş eski yıllarda. Modern Karadeniz sahil yolunun yapılmasıyla birlikte, gürültü kirliliği artmış fener çevresinde. Hemen yanından akan trafiğe karşın, doğayla iç içe olmaktan dolayı mutlu. O hâlâ denizin tuzlu nefesini, arkasına yaslandığı yemyeşil bitki dokusunun nemini hissediyor gövdesinde. Bir de çay bahçelerinin kokusunu elbette. Bu yeşil-mavi doku içerisinde bembeyaz gövdesiyle uzaklardan pırıl pırıl parlıyor fener.
Gürcistan sınırımızdaki Sarp Feneri’nden önceki, Doğu Karadeniz’deki son fener Hopa. 1935 yılında inşa edilen yapı, bir personel binasına bitişik kuleden oluşuyor. Kulenin 12 metrelik gövdesi silindirik biçimde tasarlanmış. Ancak sağlam olması açısından yuvarlak gövdeye iki taşıyıcı sütun eklenmiş. Bu mimari biçimiyle farklı bir görünüme sahip Hopa Feneri.
Denizden 23 metre yükseklikteki feneri çalıştırma görevini Hopalı bir aile üstlenmiş. Fenerin etrafındaki alanı değerlendiren aile, ekim dikim işleriyle uğraşıyor artakalan zamanlarda. Modern hayatın tüm dayatmalarına karşın, fenercilik mesleğinde “babadan oğula geçme” geleneği devam ediyor. Güneş enerjili sisteme geçilmesiyle birlikte çalışma koşulları nispeten düzelen fener bekçileri, görev aşkıyla sürdürüyorlar mesleklerini.
ÇARŞIBAŞI, TRABZON, IŞIKLI FENERİ
Yüzyıllardır odun-kömür ateşi, mum, kandil, gazyağı, petrol, asetilen ve elektrik kullanarak deniz trafiğini yönlendiren fenerlerin çoğu artık güneş enerjisiyle denizleri aydınlatıyor. İnsana olan gereksinimin azalması, babadan oğula geçen bir meslek olan fenerciliği de yakın gelecekte ortadan kaldıracak. Eskiden fenerin bir parçası olan evlerinde yaşayan görevliler, şimdilerde yakın bir yerleşimde ikamet edip bakım için periyodik aralıklarla gidiyorlar fenerlere. İs, duman, ulaşım zorluğu gibi büyük zahmetlerin ardından yakılan fenerlerin ışığı, artık kendi başına selamlıyor hiç tanımadığı gemicileri.
Yason, Çamburnu, Hopa fenerleri gibi yeni Karadeniz sahil yolunun hışmına uğramış Işıklı Feneri. Bir süredir önünden altı şeritli geniş bir karayolu geçiyor. Açıklarda seyreden kaptanların gözünü, fener ışığıyla birlikte araba farları da alıyor artık. Her şeye karşın o, 12 mile ulaşan güçlü lambasıyla işlevini sürdürüyor. Fener 1926 yılında yapıldı. Kule yüksekliği 25 metreye ulaşıyor.
Hemen her akşam güneşin denize batmasıyla birlikte lambasını yakıyor Işıklı Feneri. Bulunduğu yerden günbatımını izlemek çok keyifli. Morla kırmızı arasındaki gökyüzü Karadeniz’i yavaş yavaş karartırken, fenerin kristalinden yansıyan ışık dalgaların üstüne yansımaya başlıyor.
PERŞEMBE, ORDU, ÇAMURBURNU FENERİ
Ordu ile Giresun arasındaki eski Karadeniz sahil yolu, coğrafi koşullar sebebiyle bol ve sert virajlı olarak yapılabilmiş geçmiş yıllarda. Bir tarafı yemyeşil tepeleri kuşatan fındık bahçeleri, bir tarafı deniz olan yol, kimi yerde uçurum kenarlarından ilerliyor. Yason Burnu’nu geçtikten sonra sert bir virajın ardından, Çamburnu Feneri çıkıyor karşınıza.Kıyılara yakın bölgelerde, adalarda, kayalıklarda, limanlarda, mendireklerde veya denizin üstündeki şamandıralarda gördüğümüz deniz fenerleri, denizde seyreden her türlü taşıtlara yardımcı olmak amacıyla aydınlatma aygıtlarıyla donatılmış ve çoğunlukla kule biçimindeki yapılar olarak tanımlanıyor. Bu yapılar arasında yer alan Çamburnu Feneri, anakarada yükselen bir rota feneri.
Benzerlerinin aksine, ancak geçtiğimiz yıllarda yalnızlığına kavuşabildi Çamburnu Feneri. Kısa olması sebebiyle tünellerden geçen yeni Karadeniz yolunu tercih eden sürücüler, eski yolu pek kullanmıyorlar artık. Deniz fenerleriyle özdeşleşen sakinlik ve sessizlik kavramlarıyla yeni yeni tanışabildi fener. Çamburnu’nun 6 metrelik kısa kulesi, lojman binasından ayrı olarak inşa edilmiş.
Karadenizli bir ailenin bekçilik görevini üstlendiği Çamburnu Feneri, Vona adıyla da biliniyor. Zamanın büyük limanlarından biri olan Ordu’nun Perşembe ilçesi, fenere çok yakın bir mesafede.
Fener yolu üzerinde, değişik bitkilerden yapılma turşular ve şifalı otlar satan ilginç bir dükkân var.
PERŞEMBE, ORDU, YASONFENERİ
Fatsa ile Perşembe arasında kalan küçük bir yarımada üzerinde yer alıyor Yason Feneri. Mitolojide İason ismi, altın postu ele geçirmek için gemisi Argo ile Karadeniz’e sefere çıkan savaşçıların önderi olarak geçiyor. Söylencelerin gerçekliği tartışılabilir elbette. Ancak antikçağ yazarlarından Ksenophon’un eseri Anabassis’te, bölge İason Burnu adıyla geçiyor. Yason Feneri’nin hemen arkasında, bir kilise kalıntısı göze çarpıyor. Yosun tutmuş çatısıyla bu metruk yapı, tarihsel süreç içerisinde yer alan yarımadanın kutsallığının kanıtı belki de.
1980 sonrası moda haline gelen yer isimlerinin değiştirilmesi furyasından nasibini alan yarımada, Kiremit Burnu adıyla da anılıyor. Fenerin yer aldığı burun, sahili kayalıklarla çevrili yemyeşil bir çayırlık. Denizden pek fazla yükseğe konumlanmayan kule, bazı günler dalgaların savurduğu deniz suyuyla yıkanıyor. Işığı 8 millik mesafeye yayılan Yason’un, gövdesi demirden üretilmiş. Orta noktasında incelen beli, taban ve tavan bölümlerinde kalınlaşan yuvarlak kule, anayoldan rahatlıkla fark edilebiliyor. Denizden çok yüksek olmaması sebebiyle, akşam saatlerinde gölgesi düşüyor lacivert sulara.Eğer Yason Feneri’ne Fatsa yönünden geliyorsanız Bolaman beldesindeki eski bir kale üzerine yapılan tarihi Haznedaroğlu Konağı’nı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Fenerden Perşembe yönüne devam ederseniz, yakındaki Caka kumsalında serinleyebilirsiniz.
CİDE, KASTAMONU, KEREMPE FENERİ
Amasra-Sinop arasındaki sahil yolu, sunduğu doğal güzelliklerle çok keyiflidir. Önce virajlı bir yolda tırmanmaya başlarsınız. Bir yanınız orman yeşili, öte yanınız deniz mavisi ilerlemeye devam edersiniz. Ardından derin bir vadi belirir aşağılarda. Dağlar arasından çıkan bir dere, içinden geçtiği bir köy ve derenin denize kavuştuğu noktada bakir bir kumsal… Köprüyü geçip tırmanmaya başladığında, aynı manzara sürer gider yol boyunca. Yaklaşık dört yüz kilometrelik rota, yolcularına düşsel bir serüven duygusu yaşatır.
Söz konusu karayolunun Cide-Doğanyurt (Fakaz) bölümünde küçük bir deniz feneri karşılar sizi. İlyasköy sınırlarındaki kule, ağaçlar arasında güçlükle fark edilir. Kapısından girdiğinizde önce bir avluya çıkarsınız. Kare planlı bina, denizden 82 metre yüksekte yer alıyor. Kompleksin deniz tarafına konumlanan kulesi, tuğladan örülmüş yuvarlak gövdesiyle özgün bir mimari stile sahip. Uzun zaman önce, 1884 yılında yapılan Kerempe Feneri, yıllara inat yeni ve dinç gözüküyor hâlâ. Oysa anılarla yüklü, çok uzun bir hikâyesi var.
Vatan ve aşk şairi Nâzım Hikmet’in kaleme aldığı Kurtuluş Savaşı Destanı’nda geçiyor Kerempe. Karadeniz’in azgın dalgalarıyla mücadele eden cephane yüklü takalara, fenerin nasıl cesaret verdiğini anlatıyor usta şair. Bir yönüyle Kerempe Feneri, Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın önemli yapılarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
AMASRA, BARTIN, AMASRA FENERİ
Bin yüzlü bir kenttir Amasra. Şehre nereden bakarsanız bakın, ayrı bir güzellikle çarpar sizi. İster Bartın’dan gelirken Kuşkayası anıtını geçip Bakacak Tepe’den seyredin, isterseniz Kurucaşile’den gelirken karşınıza tablo gibi serilen siluetini izleyin, ya da Boztepe’ye çıkıp yakından fotoğraflayın. Yarımadası, üç farklı koyu, şirin yerleşimi ve denizinin pırıltısıyla sizi kendine hemen âşık edecektir Amasra.
Dik yamaçların Karadeniz’in hırçın sularıyla kucaklaştığı muhteşem bir coğrafya üzerinde kurulan Amasra, Fatih Sultan Mehmed’in “Lala, cennet bu mu ola” sözlerini fazlasıyla hak ediyor.
Bir akşam vakti şehri gezerken, Boztepe üzerinde yer alan deniz fenerinden güneşin denize batışını izlediniz mi? 1863 yılında kurulan Amasra Feneri, 150 yıla yakın bir süredir her gün aynı manzarayı bıkmadan izliyor. Gök mavisiyle denizin laciverdini birleştiren turuncu yuvarlak, etrafı kırmızıya boyayarak kayboluyor.
Boztepe’deki Sormagir Kalesi’yle Amasra’daki Zindan Kalesi arasındaki tek gözlü Kemere Köprüsü, Boztepe’yi anakaraya bağlıyor. Amasra Feneri’ne, bu köprü vasıtasıyla ulaşılıyor. Dilek adayanlar için kutsal sayılan Ağlayan Ağaç’ı geçtikten sonra toprak bir yol sizi, 3 metrelik boyuyla en kısa kule özelliğini taşıyan fenerin yanına kadar götürüyor. Etrafı dikenli tellerle çevrili binanın yanından hem günbatımını hem de Amasra’nın tüm ayrıntısını doyasıya seyredebilirsiniz.
Kaynak:Atlas Yayıncılık – Deniz Fenerleri Atlası
Gezginler