Yavaş Yavaş Sona Doğru Gidiyoruz

Nazım Hikmet Paris’te arkadaşı ressam dostu Abidin Dino’ya sormuş “Abidin, bana mutluluğun resmini çizer misin?” Acaba Abidin Dino, ne çizdi?sona doğru gidiyoruz

Kitleleri uyutan futbol maçından bir an mı? Kaynamakta olan bir suya canlı olarak daldırılan bir ıstakoz mu? Önü çeşit çeşit yemek dolu bir masada oturan şişman gurme mi? Elinde sigara ile Jaguar marka bir arabaya binen ünlü bir show-man mi? Onlarca hayvanın canlı canlı yüzülerek derilerinden elde edilen vizon kürkü ile yerleri süpüren ünlü bir star mı? Kırmızı halı üzerinde binlerce dolara diktirdikleri çirkin kıyafetleri ile suni gülümsemelerle poz veren Hollywood yıldızlarını mı?

Hayır, hiçbirini çizmedi Sayın Dino! Sadece bir şiir yazdı, adı “Mutluluğun Resmi” idi. Mutluluk aslında ufak detaylardır. Belki görme engelli bir çocuğa kitap okumak, susamış bir güvercine su sunmak, sakin bir parkta kitap okumaktır.

Özel günlerden hiç hoşlanmıyorum. Anneler gününde annesi olmayanları, Sevgililer Gününde sevgilisi olmayanları, üzüyorsunuz. Yılbaşında herkes kendini eğlenmek zorunda hissediyor. Noel’de sadece ABD’de harcanan para ile iki yıl dünyanın tüm açlık çeken insanlar doyar. Noel ve Yılbaşında olan çam ağaçlarına ve zavallı hindilere oluyor. Tüm bu günlerin tek bir amacı vardır: “Tüketirken tükenmek”.

İnsanoğlu aslında bencildir ve rahatına düşkündür. Herhalde yetmiş sene içinde, bu duyarsız yaşamımızı devam ettirmek için yeni bir gezegen bulmak zorunda kalacağız. Tabii bu “vurdumduymazlık” ve “tüketim hızı” ile aynı hataları tekrar ederek yeni gezegeni de adım adım yok edebiliriz. Kuraklaşma, ormansızlaşma, çölleşme ve yer altı sularının tükenmesi, göl, nehir ve derelerin kirlenmesi, denizaltının renkli yaşamının sona ermesi, deniz seviyesinin global ısınma ile yükselmesi, ilaç endüstrisinin hammaddesi olan biyolojik çeşitliliğin yok olması, tarım arazilerinin sanayi ve konutlara kurban gitmesi ve daha nice çevre sorunları. Örneğin Marmara’da bulunan 160 çeşit balık türünden bugün sadece 10’u kaldı. Yakında balıkları gençler sadece internette görebilecek.12373326_1187743767920516_2076651046435474274_n

Günümüz tüketim ekonomisi dünya nüfusunun ancak altıda birini oluşturan zengin azınlık için üretim yaparken tüm canlılara ait doğal kaynaklar adım adım elden çıkmaktadır. Dünya üretiminin ancak dörtte biri insanların temel gereksinmelerini sağlamak için kullanılırken geriye kalan dörtte üçü ise “lüks” tüketim mallarına harcanmaktadır. Dünyadaki toplam servetin yüzde 60’ı gibi önemli bir kısmı on Amerikan ailesinin elinde. Amerikalılar fazla “refahın” ve rahatlığın verdiği “mutsuzluk” ile habire çılgınca “reklamları” yapılan sağlıksız yiyecek ve içecekleri tüketip benim üç katım hacme ulaşıyorlar.

Ünlü Hintli lider M. Ganhdi’nin ülkesini işgal eden İngilizlere söylediği çarpıcı bir söz var: “Britanya İmparatorluğunu bugünkü durumuna getirmek için dünya kaynaklarının yarısını tükettiniz, ülkem Hindistan’ın sizin refah düzeyinize çıkması için acaba kaç dünyaya ihtiyacımız var.”

Yapılan hesaplara göre tüm dünya fertlerinin bugün Amerikan vatandaşlarının seviyesinde yaşam sürmesi için bizlerin 5 adet daha dünyaya gereksinimimiz var. Bugüne kadar çok hoyratça, düşünmeden, kullandığımız, kirlettiğimiz ve zaman zaman kaynağından tükettiğimiz dünyayı kurtarmak, yıllar sonra öfke ile mezarımızı tekmeleyecek olan çocuk ve torunlarımız adına hepimizin görevidir. Evet dünyayı biz, her gece başımızı yastığa koyarken kendi kendimize yaptığımız muhasebe ile yanlışlıkları söyleyerek, faks çekerek, e-posta yollayarak, sosyal medyayı kullanarak, dilekçe yazarak, mahkemelerde dava açarak, hataları sürekli medya kanalı ile duyurarak kurtaracağız.

Din adamları, politikacılar, bilim insanları ve duyarlı vatandaşlar yaşadığımız yaşlı dünyayı adım adım yükselen yaşam standardımız ve vazgeçemediğimiz zevkimiz için nasıl yok ettiğimizin yıllar öncesinde fark etmiş ve her fırsatta dile getirmektedirler. Tibet’in hem dini hem de politik lideri Budizm’in en renkli siması, Uzun yıllardır Kuzey Hindistan’da sürgünde yaşayan Dalai Lama’ya kulak verelim,

“Çevrenin ve doğal hayatın tahribi tamamen tabiattaki zengin canlı türlerini hesaba katmayan ve onlara karşı saygı duymayan cahilliğin aç gözlülüğün ve saygısızlığın bir sonucudur.”

Ünlü Çinli düşünür Tao “Tanrı taşta uyur, çiçeklerde rüya görür, hayvanlarda uyanır, insanlar da ise uyandığının bilincine varır.” demiş. İnsan önce doğayı tanımalı, öğrenmeli, sevmeli, saymalı ve ancak sonra onu koruyabilir. Ekoloji’de bir denge vardır. Daha doğrusu vardı ama insan müdahalesi ile bu denge maalesef bozuldu.

Bir filozof yıllar öncesinden çok doğru sözlerle bize sesleniyor. “Doğanın en büyük hatası insandır.” “Akıl” ve “doğa” ikisi de ayrı ayrı bağımsız bir çizgiye sahip. “Hep ben” diyen bencil yaklaşım sayesinde “oy potansiyeli” “avukatı” veya “sendikası” olmayan hayvan ve bitki dünyasının milyonlarca elemanın yaşam alanı biz insanlar tarafından yok edildi.

Leeds Üniversitesi öğretim üyesi ve psikoloji dalında uluslararası araştırma yapan Prof. Dr. Chris Thomas, “Bugüne kadar bilim adamları iklim değişikliklerinin getireceği tehlikelerden söz ediyorlardı, ancak hiç kimse bu kadar ciddi rakamları telaffuz etmiyordu. Yüzyıl içinde denizlerin bir metre yükselmesi bekleniyor. Bir milyondan fazla bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya” şeklinde açıklama yapıldı. Gene ABD Başkanına verilmek üzere hazırlanan sözü geçen raporda “bundan sonraki savaşlar ne din ne de milli hisler nedeniyle çıkacak. Artık ülkeler hayatta kalmak üzere bir birleri ile savaşacak” denilmektedir. Dünya genelinde sera gazlarının artışından yüzde 65 oranında enerji sektörü, yüzde 17 ormansızlaşma, yüzde 14 tarım, yüzde 1 endüstriyel gazlar, yüzde 3 ise atıklar sorumlu olduğu açıklandı.

Bilim insanları hep böyle “felaket senaryoları çizerler, bak işte hayat aynen devam ediyor diyecekler !” Gerçek hiç de böyle değil, durum çok ciddi. Doymak bilmeyen tutkularımız sonucu doğayı hep yok ettik. Karışan mevsimler, türü yok olan hayvan ve bitkiler, kirlenen ve zehir deposuna dönüşen denizler, göğsümüzü bir hançer gibi delen kirli hava, verimsizleşen ve beton çirkin binalarla örtülen toprak bizden şefkat ve sevgiyi belki de boşuna bekliyor.

Aslında bu sadece bir ulusun veya bir kesimin sorunu değil, tüm insanların sorunu.

 Prof. Dr. Orhan Kural

Gezginler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir