Bu sitede dönem dönem şehirden uzaklaşıp yüzünü doğaya ve toprağa dönmüş insanların öykülerini paylaşıyoruz sizlerle. Ancak gerçekçi olmak önemli. Bu yüzden tası tarağı toplamadan önce bir kere daha düşünmek gerekebilir. Siz istediğiniz kadar romantik olun, toprakla uğraşmak hiç de romantik değil.
Son yıllarda hepimizin dikkatini çeken bir eğilim, moda, trend oluştu. Plaza hayatını “başarıyla” sürdüren genç beyaz yakalı kişiler artık klişe haline gelen bir tepkiyle “Bu şehirde eriyip gidiyoruz. Alıp başımızı Ege’ye göçelim, birkaç dönüm toprak alıp çiftçilik yaparız” diyorlar. Demekle kalmıyorlar, yapıyorlar da. Ben önce bu eğilimi gelip geçici bir moda sandım fakat dostlardan, tanıdıklardan öyle çok insan bu modeli uygulamaya başladı ki günlük gazetelerin hafta sonu ekleri bile bu insan öykülerine yer verir oldu. Öyle ballandırarak anlatıyorlar ki Ege köyleri toplam yüzölçümü Afrika kadar olsa romantik çiftçilere ancak yetecek!
Lafı kıvırtmadan söyleyeceğim: Toprakla uğraşmak gazete eklerinde gösterildiği kadar kolay ve herkesin becerebileceği bir üretim biçimi değildir. Göz önüne alınması gereken o kadar çok faktör vardır ki işler yolunda giderse mucize demektir. Bilgi ve donanım en temel gereksinimdir. Uzman desteğiyle bir yere kadar bu açığı kapatabilirsiniz. Üstlendiğiniz uğraş kendi fiziksel emeğinizden fazla güç gerektiriyorsa işçi çalıştırmak gerekecektir. Bu da dertli bir konudur. Ürettiğiniz ürünü bin bir emekle hasat ettikten sonra pazarlama veya depolama sorunlarınız olacaktır. Eğer geçiminizi ürünlerinizden sağlayacaksanız bir yıl yetecek kadar kazanç sağlamanız veya birkaç ürünü eşzamanlı veya dönüşümlü olarak üretmeniz gerekecektir. Tüm bu işleri yaparken içinizde “doğru mu yapıyorum acaba?” tedirginliği de cabası. Bu arada plaza yaşamından koparken arkada kaldığını umduğunuz pek çok tatsızlık da insan ilişkilerinde veya eşgüdümle iş yaparken aynen ortaya çıkabilir. Benden söylemesi.
Amaç yaptığı günlük uğraşta romantizm ögeleri arayıp bulmaksa insan bunu marangozluk yaparken de, öğretmenlik yaparken de ve hatta plazada emek harcarken de bulabilmeli. Ama insanları toprağa çeken şey özgür değil, özerk olmak, hesap vermeden yaşayabilmek ve kendi sistemini kurabilmektir. Bunu yapabilmek mümkün mü bilmiyorum ama hepimizin yüreğinde yatan bu.
Modern yaşamın mengene gibi sıkıp bunaltmasını gayet iyi anlıyorum. Kaçıp gideyim şu şehirden bir daha şu gereksiz insanların suratlarını görmeyeyim hissi de hepimizde ortak. Kimseye reçete yazmak benim haddim değil; insanlar özgür ruhlarıyla verdiği kararların peşinden koşsunlar tabii. Sıcaklığıyla kucakladığı tohumu yeşerten toprak anayla göz göze gelmek istiyorlarsa gelsinler. Baharla coşan doğayı an be an izlesinler. Görüp öğrendiklerinden feylesofça çıkarımlar yapabilsinler insan, hayat ve gök kubbe ile ilgili. Bunlar hepimizin içini ısıtıp ruhumuzu besleyecek şeyler.
Ancak kentin uçkurunu koyuverip geri dönülmez bir şekilde toprağa kaçarken onları nelerin bekliyor olabileceğini iyi araştırsınlar. Yoksa gördüğüm birkaç örnekte olduğu gibi satılan evin parası bitip dikilen ürünler topraktan baş uzatmazsa geri dönmek acıklı oluyor. Bu karar öylesine çetrefil oluyor ki pek çok hevesli insan ilişkilerini, hayallerini ve hatta plazalarda şişmiş egosunu kara toprağa gömüp kente geri gidiyor. Siz istediğiniz kadar romantik olun, toprakla uğraşmak hiç de romantik değil.
Modern yaşamdaki içtenlikten uzak insan ilişkileri, mış gibi yaşamaklar, yüzeysellik ve buna benzer sahte formüller toprağın diretmesi karşısında gerçeklere yeniliyor. İyisi mi siz haritayı önünüze çekip yer bakmadan önce bir kez daha düşünün. Belki de terk etmek istediğiniz işiniz ve hayatınız o kadar da kötü değildir. Belki de önce balkonda bir saksıda maydanoz yetiştirmekle başlamak daha kolay olur.
Kaynak: http://apelasyon.com/