Bir coğrafya düşünün, taşından ağacına, otundan böceğine, suyundan toprağına sahip olduğu ayrıcalıklarla binlerce yıldır üzerinde üç büyük imparatorluk, onlarca uygarlık gelişmiş, büyümüş, kök salmış. Bütün bu zenginliğin imbiğinden süzülerek damıtılan rafine kültür, benzersiz bir hayat bilgisi mirası yaratmış. Bu miras, Çayönü’nden Hacılar’a, Latmos’tan Karain’e Anadolu coğrafyasında kendi kendine yeterek bağımsız bir yaşam sürmenin rehberi olmuş.
YIKIMIN HEM TANIĞI HEM ORTAĞI OLMAK
İşte bu büyüme ve kalkınma histerisiyle çıkılan, “dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına girme” yolunda hiç hesaba katılmadan kolayca gözden çıkarılan, silinen, yıkılıp geçilen, yok edilerek tarihten silinen bu rehberin ta kendisi! Bilgi sevgisinin yeşerip dünyayı sardığı bu toprakların insanlarının bugünkü torunları, tek yanlı, koşullu ve önyargılı bilgileriyle bu rehberin paramparça edilişinin hem tanığı hem de ortağı. Yaşama biçimleriyle bu yıkıma onay üreten, tercihleriyle yıkımın sürmesini besleyen büyük bir kitle, kentlerin, ormanların, suların ve toprağın yıkılışını büyük bir zafer gibi kutluyor.
KENDİ OTOMOBİLİNİ YAPAMAYAN ÜLKENİN ÖVÜNDÜĞÜ OTOBANLAR
Aslında aynı zamanda bu zaferin ‘mağlubu’ konumunda olan çoğunluğun birbirini tekrarlayan toplum eylemlerini görmek için bayramlar önemli bir zaman dilimi. Kendi otomobilini üretemeyen ama her yere otoban yapmakla övünen bir ülkenin yollarına dökülen konformizm tutkunları, lüks araçlarından inip, lüks otellerin gösterişli havuzlarına attılar kendilerini…
SIRT ÇANTALI KAPİTALİZMİ BESLEYEN İNANILMAZ İŞTAH
Bodrum, Antalya, Çeşme, Kaş… Güney kıyılarında tek bir tane bile boş yatak kalmadı. Evler günübirlik kiraya veriliyor, yetmiyor pek çok yerde çadırlar imdada yetişiyor. Bayramı salt tatile ve kaçışa indirgemenin yarattığı talep, yeni yataklar için yeni otellerin, yeni oteller için de yeni koyların, ormanların kurban edilmesiyle sonuçlanacak. Bu coğrafyanın en değerli yanını, tercihleri ve yaşama biçimleriyle en zayıf yanı haline getiren çoğunluğun ‘sırt çantalı kapitalizmi’ besleyen iştahı inanılmaz. Çılgınlık boyutuna ulaşan bu renkli gösteriyi besleyen verili iletişim araçlarının neredeyse tamamı ‘tatil belgeseli’ kıvamında…
DÜNYANIN EN ÇOK TATİL YAPAN ÜLKESİNDE KİMLİKSİZLEŞME
Türkiye, gün sayısı bakımından dünya üzerinde en çok tatil yapan ülkelerden biri. Yılın 52 haftasının hafta sonu tatillerine, dini ve milli bayramlarla özel günler ve haftalar eklenince, yılın neredeyse üçte biri tatille geçiyor. Japonlar çok çalışmak yüzünden hasta olan millet olarak tarihe geçerken, Türkler uzun tatil süreleriyle anılıyor. Dinlenceye, eğlenceye, tatile elbette bir sözümüz yok. Ancak Anadolu coğrafyasının bütün değerleriyle hızla kendi kimliğinden, bağlamından kopup, kapitalizmin nesnesi haline gelmesine de bir itiraz üretmek durumundayız.
MÜSLÜMANLARIN TATİL ANLAYIŞI
Kent ve kültür tarihçisi Kudret Emiroğlu, Müslümanlarda hafta sonu tatili kavramının olmadığını aktarır: “Cuma günü diğer günlerden faziletli sayılmasına karşın tatil nedeni sayılmamış ve cemaat camiden çıkana kadar çalışmakla yetinilip tatil yapılmamıştır. Cuma namazı süresince çalışılmamasının da ibadetle elde edilen menfaatle telafi edildiği belirtilmiştir.”
RUMLARDAN KALAN ‘SALI TATİLİ’ MİRASI
Gündelik Hayatımızın Tarihi kitabında (Dost Kitabevi), hafta tatili anlayışını benimseyen ilk kurumun medreseler olduğunu aktaran Emiroğlu, medreselerde tatil gününün Salı olduğunu belirtiyor ve hafta sonu tatiline ilişkin özetle şu ayrıntıları veriyor: “Salı günü isteyenler koltuk dersi denilen ek derslere girebilse de, bu gün kütüphanelerde çalışma, çamaşır yıkama gibi özel ihtiyaçlara ayrılırdı. Eğitim tarihi araştırmacısı Osman Nuri Engin’e göre Salı gününün tatil kabul edilmesi, Salı’nın uğursuzluğu konusunda Rumlardan Türklere geçmiş bir inanışı kuvvetlendirmişti. Rumlar İstanbul’un Salı günü fethedilmiş olması nedeniyle bu günü uğursuz saydıkları gibi, Müslümanlar da Salı günü bir işe başlamaz, sefere çıkmazlardı.
HAFTA SONU TATİLİ 1935’TE YASALAŞTI
1924 yılında Cuma günü resmen tatil yapıldı; 1935’te Cumartesi günü saat 13’ten başlayıp Pazartesi sabahına kadar devam eden hafta sonu tatili yasallaştı. Bu dönemde tatil yapmayanlara, yani dükkânlarını kapatmayanlara ceza da uygulanıyordu. 11 Haziran 1947’de memurların hafta sonu tatiline Cumartesi de dâhil edilerek tatil iki güne çıkarıldı. İşçilere ücretli hafta tatili hakkının tanınması ise 9 Ağustos 1951’de çıkan yasayla kabul edildi.
KADINLARIN ÇAMAŞIR, ERKEKLERİN ARABA YIKADIĞI HAFTA SONLARI
Yahudilerin Sept günü, Hıristiyanların Pazar gününden farklılaşan hafta sonu kavramı İngiltere’de icat edildi. Dakiklik kavramının 1770’lerde doğduğu bu ülkede 1840’lardan itibaren işçilerin meyhane yaşamına müdahale edilmeye başlandı, orta sınıf değerlerinin savunulduğu yaşam standardı içinde tüketim anlayışı ve buna bağlı olarak hafta sonu gezme ve eğlenceleri özendirildi. Hafta sonu Fransa’ya 1906’da girdi. Büyük şehirlerde ve orta sınıf aileler için hafta sonu, öğrencilerin ödev ve sınavlarla, çalışan kadınların temizlik ve çamaşırla, erkeklerin araba yıkamakla uğraştığı, boş zaman sorununun doğduğu, eve kapalı bir gün oldu. Şehir dışında süpermarketler açılana kadar alışverişin tadına tam olarak varamayan bu sınıf dışında da hafta sonu artık sair günlerden farklıdır…”
Orta sınıfın kentlerdeki tüketim alışkanlıkları ve ‘tatil’ arasındaki ilişkinin tüketimin rotasını çizenler tarafından kurgulandığı herkesin bildiği bir gerçek olsa da, Anadolu kırsalında halen özgün bayram manzaraları varlığını sürdürüyor.
KÜRÜZDE BİR BAYRAM GÜNÜ
O köylerden biri de Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Darıbükü köyü… Yukarı Köprüçay Havzası’da bulunan Darıbükü’nün Kürüz mahallesi, Dedegöl Dağı’nın eteklerinde, nehre bakan bir uçurumun üzerinde kurulu. Geçmişte 20 kadar ailenin yaşadığı Kürüz’de bugün 5-6 evde yaşam sürüyor. Bir dinozorun sırtını andıran yamaçta aşağıdan yukarı doğru serpiştirilen Kürüz evlerinin en yukarısında küçük bir cami var. Bir tahtanın ucuna iliştirilen hoparlör minare işlevi görüyor. Kürüz’de yaşadığım bir bayram günü, bildiğim pek çok şeyi yeniden sorgulamama neden olmuştu…
SABAH EZANIYLA BAŞLAYIP, ÖĞLE EZANIYLA BİTEN BAYRAM
Kürüz’de konuk olduğumuz ev, mahallenin en aşağısında yer alıyordu. Bayram sabahı erkenden uyanıp mahallenin en yukarısında bulunan camiye gittik. Küçük bir odadan oluşan camide imamla birlikte 10 kişi ya var ya yoktu. Bayram namazı kılındıktan sonra caminin dışındaki tahta oturakta kısa sohbet edildi. Ardından hep birlikte camiye en yakın eve gidilip orada çaylar içildi. Bir diğer evde kahvaltı, diğerinde sohbetler şakalar yapıldı, en sonuncuda da öğle yemeği yenildikten sonra hep birlikte dağıldık. Herkes işine gücüne döndü. Kimi keçisinin peşine, kimi bahçesine gitti. Kürüz’de bayram, sabah ezanıyla başlayıp öğle ezanıyla son buldu.
ZAMANIN BOŞA AKMADIĞI COĞRAFYA
Kürüz, ‘boş zaman’ kavramının daha çok kapitalist üretim ilişkisi içerisinde kurgulanmış, işten artakalan zamanların tüketim çarklarının dişlileri arasında geçirildiği kentler giderek daha çok birbirine benzerken, zamanın sürekliliğinin her an yaşandığı yerleşimlerden biriydi.
Kartal yuvalarını andıran evleriyle Kürüz, bu zorlu ama bir o kadar da zengin coğrafyada yılın her gününü bayram kılmayı bilen bir halkın varlığına tanıklık eden son yerleşimlerden biri. Yüzlerce yıldır yamaçları yaşam alanına çeviren nefesler birer birer göçüp gidiyor…
İÇİNİZDEKİ SIRT ÇANTALI KAPİTALİSTİ DURDURUN
Bir yanda konforu ve egosu için bütün değerlerin yok edilişine dünden razı çoğunluk, diğer yanda Anadolu’nun koynunda binlerce yıllık sırları ve incelikleriyle kendisi de ‘sır’ olmaya hazır son tanıklar. Yara bandının da, yaranın da aynı gövdede olduğu yaman çelişkimiz.
İçinizdeki sırt çantalı kapitalisti durdurun! Yoksa o bütün değerleriyle birlikte koca bir coğrafyayı, hepimizi durduracak…
Yusuf Yavuz
http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com