Sen Gelme Ayı

Geçtiğimiz hafta Zonguldak’ta yol kenarında bulunan yavru boz ayının annesinin yerini hiç merak eden olmadı. Bazı bilimsel bilgiler bize orman ve bozayı arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Durun orada neler olduğunu anlatayım…

Son 3 aydır Türkiye’nin siyasi gündemi kadar yabani gündemi de bir o kadar yoğun. Leopar, vaşak, karakulak, Caretta caretta, İnegöl’e inen bozayı derken Zonguldak’ta daha gözleri bile açılmamış bir bozayı yavrusu köylüler tarafından yol kenarında bulundu. Bir inde kış uykusundaki annesini emmesi gerekirken yol kenarında nasıl olabileceği ve annesinin nerede olduğunu sormak yine hiç kimsenin aklına gelmedi.

Ne oluyor da 3 ay gibi kısa bir sürede bu kadar insan ve yaban hayvanı karşılaşması gerçekleşiyor? Eskiden bu hayvanlar neredeydi? Aynı yerindeydiler. Biz insanlar artık olmamız gereken yerlerin çok dışına çıktık. Artık köylüsü ilgili bakanlığı arayıp “biz ormana kestane toplamaya gidiyoruz, orada üç ayı var, onlara ne yapacaksınız yapın, ormana gidemiyoruz” diyebilecek kadar pişkinler. Şehirlisi ise duble yollar, madenler, barajlar, HES projeleri, şehirleşmeyle yaban hayvanlarını yerinden etme derdinde. Yerinden yurdundan en çok edilen hayvanlardan biri de bizim kocaoğlan diye bildiğimiz bozayılar.

BOZAYILAR: ORMAN ÇİFTÇİSİ VE BEKÇİSİ

Bize ilk bakışta tehlikeli ve zararlı bir hayvanmış gibi gelen bozayı aslında doğal ormanların çiftçisi ve bekçisidir, hep oburlardır. Türkiye’dekiler ise daha çok ot obur. Bitki köklerini yemek için yaklaşık 10 cm uzunluktaki pençeleriyle orman altı toprağını kazarlar, karıştırırlar. Bu bir nevi çapalama, toprağı havalandırma ve tohumların toprağa karışmasını sağlama faaliyetidir. Böylelikle düşen tohumlar çimlenir ve orman gürleşir. Bozayılar, ağaç dikimi de yapar. Daha çok gece aktif olan bozayılar orman içindeki açıklıklarda beslenirken içinde daha önce yedikleri bitkilerin tohumlarını barındıran dışkılarını buralara yaparak ağaç dikerler. Ayrıca o koca cüsseleri ile orman altı bitki örtüsü içinde yürürken hem bitkileri tozlaştırarak, hem de üzerlerine yapışan bitki tohumlarını başka yerlere taşıyarak çoğalmasını sağlarlar.

Karşılığında ormanlar da ayılara beslenmeleri için sayısız bitki ve yabani meyve türü, kaşınabilecekleri ağaçlar, kış uykusuna yatabilecekleri inler ve insanlardan saklanabilecekleri yerler sağlar. Ülkemizde KuzeyDoğa Derneği’nin, Sarıkamış Ormanlarında yapmış olduğu son çalışmalarda bozayılara uydu vericisi takıldı ve bozayıların hem beslenmek, hem de çiftleşmek için daha geniş orman alanlarına ihtiyaç duydukları net olarak ortaya kondu. Verici takılan bir bozayının gündüzleri ormanlarda saklanarak, geceleri ise açık alanları yürüyerek Sarıkamış Ormanları’ndan Şavşat Ormanları’na kadar gittiği görüldü. Bu bilimsel bilgi bize bozayı varlığı ile orman varlığının birbirine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor.

KOCAOĞLAN BİZE ALIŞIR MI?

İşine geldi mi bu kocaoğlan Çingenelerle vur patlasın, çal oynasın da yapar, “hamamda koca karılar nasıl bayılır” bize onu da gösterir. Oysa ne travmalarla, ne işkencelerle, ne dayaklarla dans etmeyi öğrendiğini söyleyemez.

Kocaoğlan soğuk bir kış günü bir inde doğar. Doğduğunda 500 gram ya var, ya yoktur. Çünkü annesi hamileliği boyunca hiç besin almadığı ve kış uykusunda olduğu için kocaoğlanı karnında ancak o kadar büyütebilir. Ama annesinin sütü öyle bir süttür ki diğer memeli hayvanların sütünden 3 kat daha fazla protein ve yağ içerir. Bir insan yavrusunun altıda biri ağırlığında doğmasına rağmen annesinin kıymetli sütü sayesinde hızla kilo alıp baharda annesiyle inden çıkar. Annesi ona besin bulmayı, vahşi doğada hayatta kalmayı öğretir, onu diğer erkek ayılar gibi tehlikelerden korur. Fakat kocaoğlanı annesi insanlardan koruyamaz. Çünkü onların silahları vardır ve kocaoğlanı annesinden alabilmek için annesini ancak öldürmeleri gerekir. İşte kocaoğlana da öyle olmuş. Annesini öldürüp, onu almış insanlar.

Daha çok küçükken onu kızgın bir sacın üzerine çıkarmışlar, ayacıkları yandığı için hemen iki ayağının üzerine kalkmış, arka ayakları da yandığı için acıyla bir onu kaldırıp diğerini basmış. Ayakları yanarken bir yerden de tef sesi geliyormuş. Kocaoğlan artık bu tef sesine şartlanmış. Sesi duyunca ayakları yanmasa da iki ayağının üzerine kalkıp dans etmeye başlamış. Büyüdüğünde insanları ısırmasın diye tek tek dişlerini kırmışlar, pençe atmasın diye tırnaklarını çekmişler, istediğinde kontrol etmek için en çok canının yandığı burnu ve dudağına halka geçirip zincir takmışlar. İnsanların istediklerini yapmadıklarında da gelsin dayak. Sonra insanlar bir laf çıkarmışlar. Bozayılar çok tehlikeli, adam öldürür, insanlara saldırır.

SORUN SENDE DEĞİL, AYI

Amerikalı bir deli olan Timothy Treadmill’in kendini bozayılara öldürtmesi 13 sene sürdü. Bunun için yılın 4-5 ayını Alaska’da bozayıların arasında geçirdi. Bozayılar yaşam alanlarına girilmediği, yavrularına müdahale edilmediği sürece insandan mümkün olduğunca uzak duran, insanın kokusunu dahi aldığında yolunu değiştiren oldukça zararsız hayvanlardır.

Türkiye’de sorun bozayılarda değil, bozayılar ile ilgili algılarımızda. Bizim çocuklarımız da her gece uyurken ülke tarihinin en önemli başkanlarından biri olan Theodore Roosevelt’ten adını almış oyuncak ayılarına (teddy bear) sarılıp uyusaydı bozayılara karşı yine bu kadar acımasız ve bilgisiz olur muyduk? Bizim de sinemacılarımız öksüz kalan bir ayı yavrusunun maceralarının anlatıldığı o efsane Ayı (L’ours) filmine benzer pastoral filmler çekse, edebiyatçılarımız Bozayı Kral (The Grizzly King) gibi kitaplar yazsa bozayılara yine böyle davranır mıydık? Pek çocuklarımızı kampa götürmeyiz, ama götürseydik ve yaban hayvanlarından korunmak için ilk iş onlara ortalıkta yiyecek bırakmamamız gerektiğini, yiyeceklerimizi ayıların ulaşamayacağı kutularda saklamamız gerektiğini öğretebilseydik yine bu hayvanlardan nefret eder miydik?

Şimdi tüm anlattıklarımdan sonra söyleyin “sen gelme ayı” denilecek kişiler bizler miyiz, yoksa bozayılar mı?

Önder Cırık – Yaban Hayat Uzmanı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir