Güney Peru’nun binlerce kilometrelik çöllerinde insanoğlunun en büyük sırlarından biri uzanıyor: toprağa işlenmiş bir takım dev çizgilerin biraraya getirdiği insanlar ve türlü canlıları betimleyen desenler, çeşitli geometrik şekiller havadan bakıldığında gözalıcı ve alışılmadık bir manzara sunuyor.
1926 Eylülünde, iki arkeolog Peru’nun Nazca kasabası yakınlarındaki kayalık yamaçlara tırmandı. Sonra aşağıdaki düz, taşlık çöle baktıklarında, gözlerine çok sayıda uzun, düz çizgiler çarptı.1930’lu yıllarda bu topraklar üzerinden uçan bazı pilot ve yolcularda bu çizgilerden daha çok olduğunu ve başka yerlerde de yığınla benzer çizgi bulunduğunu gördüler. Kuşbakışı, birçoğu dıştan merkezlere doğru uzanan, bazıları kilometrelerce uzunlukta kusursuz doğrular oluşturan yüzlerce çizgi, üçgenler, dikdörtgenler, yamuklar, sarmallar ve başka şekiller…
Arkeologlar çizgi ve şekilleri inceleyince bunların çöl yüzeyini kaplayan çakıl taşlarının bir kenara itilerek yapıldığını anladılar. Nazca çevresinde çöl o kadar kuru ve rüzgarsızdı ki, bu çizimler bir kez yapıldıktan sonra ilk durumlarını sonsuza kadar koruyabilirlerdi. Bilimciler, bu kadar zor bir tuval seçmeleri için dönemin sanatçılarına neyin esin kaynağı olabileceğini merak ediyorlardı. Ya çizgi ve şekiller Nazcalılar tarafından değil, uzaydan gelen ziyaretçiler tarafından çizilmişse?
Nasca çizgileriyle ilgili ilk ciddi araştırma, bir Amerikalı tarihçi, Paul Kosok’un tarafından 1941’de yapıldı.Ona göre Nazcalılar bu çizgileri kış gündönümünü işaretlemek için çizmişlerdi. Eğer bu doğruysa, o zaman diğer işaretler de pekala aynı şekilde astronomik ya da ilişkili etkinliklere bağlanabilirdi.
Kosok daha kapsamlı bir inceleme yapmak için Alman asıllı Maria Reiche’nin yardımını istedi. Reiche diğer on iki çizginin ya kış gündönümünü ya da yaz gündönümünü gösterdiğini buldu. Kosok ve Reiche, çölün “dünyadaki en büyük astronomik kitabı” olduğu sonucuna ulaşmıştı.
Maria Reiche, 1946 yılında Nazca yakınlarındaki San Pablo kasabasına yerleşti ve ölene dek orada yaşadı. Hemen tüm bilimsel kariyerini geogliflere adamıştı. Yine onun sayesinde, Nazca’nın dev şekilleri, UNESCO tarafından “Dünya Mirası” kategorisinde koruma altına alındı. Ancak, Nazca’nın sırrını popülerleştiren isim Alman “new age” yazarlarından Erich von Däniken oldu.1968 yılında kaleme aldığı “Tanrıların Arabaları” adlı araştırma kitabında, bu dev şekillerin uzaylı zekâsının ürünü olduğunu öne sürdü. Ona göre, yamuk biçimindeki ana şekiller, basit bir biçimde uzay gemilerinin iniş pistleriydi. Ancak, uzaydan gelen ve gelişmiş bir teknolojiye sahip bu yabancılar, yerel halk tarafından “tanrılar” olarak kabul görmüşlerdi. İşte o nedenle, daha sonra bu gökyüzünden gelen tanrılarla iletişim kurmak için kumun üzerine, büyük çoğunluğu hayvan figürlerinden oluşan dev şekiller çizmişlerdi.
1968’de, Peru’ya gelen astronom Gerald Hawkins çöl üzerinde uçarak çizgilerin tam bir krokisini çizerken kullanabileceği bir dizi fotoğraf çekti. Daha sonra, güneş, ay ve ufuk çizgisindeki çeşitli yıldızların konumlarını, son iki bin yıldır yavaş yavaş meydana gelen değişiklikleri de kaydettiği bilgisayar programını kullanarak bunları karşılaştırdı. Sonuçta, seçtiği çok sayıda astronomik konum onu büyük bir düş kırıklığına uğratmıştı. Uygun düşen çizgilerin çoğu gerçekte tek bir çizginin bir yönde kış gündönümünü, diğer yönde yaz gündönümünü gösterdiği “tekrarlar”dı.
Nazca’nın sırrı bu noktada tıkanıp kalmıştı. Eğer, geogliflerin yaklaşık 12 kilometre kuzeybatısında ortaya çıkarılan Cahuachi kazıları olmasaydı, belki de mesele unutulup gidecekti. Ancak bu bölgede gerçekleşen kazılarda çok sayıda eşya gün ışığına çıktı. Söz konusu olan 24 kilometre kare genişliğinde dev bir nekropol idi ve buraya tahminen 20 -30 bin kişi gömülmüştü.
Ortaya çıkarılan çok sayıda eşyaların arasında bulunan iki şey İtalyan arkeoloğun dikkatini çekmişti. Üstlerinde geogliflerdeki çizgileri anımsatan şekillerin bulunduğu seramik vazolar ve asıl önemlisi bir mezarda ortaya çıkarılan 2000 yıllık ölü töreni mantosu. Mantonun kenarlarına 500 tane küçük bebek işlenmişti. Bu bebeklerin bir kısmı müzik aletleri çalıyor, diğerleri de ellerini havaya açmış bir şekilde dans ediyorlardı. Bebeklerin davranışları bir ölü gömme ritüelini çağrıştırıyordu. İşte bu noktadan hareket eden İtalyan arkeolog, Nazca geogliflerinin dinsel bir ritüeli simgelediği tezini geliştirdi.
Kazılarda ortaya çıkan bir başka ilginç nokta ise, bulunan tüm eşyalarda ortak paydanın su olmasıydı. Nazca çizgilerini yapan nesiller, insanlığın yaptığı en huşu uyandıran gizemlerden birini yapmak için kavurucu sıcak havayla boğuştular. Kurak, hatta çöl denecek bir iklimde varlıklarını sürdüren Nazcalılar için su çok önemliydi. O nedenle, sarmal biçimde kuyular oluşturarak gelişmiş bir su iletişim şebekesi oluşturmuşlardı. Şebekeden, bazı civar köyler ve kasabalar bugün bile yararlanıyorlar. Bu noktadan hareket eden Guiseppe Orefici, Nazcalılar’ın bütün dinsel ritüellerinin su ve bereket kavramları çevresinde geliştiği sonucuna ulaştı.
Ona göre, üç farklı kategoriye ayrılabilecek geoglifler (sarmal şekiller, hayvan figürleri, dev düz çizgi ve oklar) kesin, ama farklı dönemlere tekabül ediyordu. İlk olarak, Nazcalılar’ın, MÖ 500 yıllarında sarmal şekilli geoglifleri oluşturmuşlar, ardından daha büyük çizgilere, kuş, örümcek, fok, maymun gibi hayvan şekillerine geçmişlerdi. Bu hayvanlar Nazcalılar’ın tanrılarını simgeliyordu. Doğal felaket karşısında tanrılarına duydukları güveni yitiren Nazcalılar, kurdukları kentlerin üstünü kum ile örtüp göç etmeye hazırlanmışlardı. İşte bu sırada, gidecekleri yönü gösteren ok ya da düz çizgi şeklindeki son dönem geogliflerini çiziyorlardı.
Ancak bu kuramda da karanlık noktalar var. Kazılarda ortaya çıkarılan eşyaların, özellikle de vazoların üstündeki şekillerle geoglifler arasında birebir bir ilişki görülmüyor. Örneğin yamuk, düz ok ve çizgi gibi bazı tipik geoglif şekillerine bu tür eşyaların üstünde hiç rastlanmıyor. Aynı topluluğun, toprakta farklı, günlük yaşam eşyaları üstünde farklı motifleri işlemiş olması bazı sorular yaratıyor. Öte yandan, bugün bilim adamlarının sık sık kullandığı tarihlendirme yöntemi olan “karbon 14 testi” kaya ve tahta için olumlu sonuçlar verirken, toprak konusunda kuşkular taşıyor.
Kısacası, Nazca’nın sırrının üstündeki perde tam olarak kalkmış değil… Bu, belki bilim için kötü bir haber, ama hayalperestler ve sanatçılar için bir şans sayılabilir…
Derleyen: Sibel Çağlar
Kaynak : Tarihin Büyük Sırları/ Paul Aron
www.focusdergisi.com.tr/arkeoloji/00221
Gezginler