Kırla kentin içiçe geçtiği uzun çağlar boyunca kent sakinleri, dinlenmek, oyunlar oynamak ya da eğlenmek için özel alanlar aramadı. Yani kimse ‘doğadan kopmuş’ hissetmiyor, yeşil özlemi de çekmiyordu. Peki kentin ortasında yeşil alanlara yer ayırmak ilk kimin aklına geldi? Parklar nasıl değişti?
Eski Yunan’da agoralar, Antik Mısır’da Nil Nehri kenarındaki yürüyüş yolları, sarayların bahçeleri, Pers krallarının, İngiliz soylularının av alanları olsa da, çok uzun süre kimsenin aklına kentin ortasında yeşil alanlar ayırıp, buraları düzenletmek gelmedi. Ta ki 1574 yılında Baraja Kontu, İspanya’nın tarihi kenti Sevilla’da, Guadalquivir Nehri ile Macarena bölgesi arasında kalan alanı kentin ileri gelenleri için son derece gösterişli bir kent bahçesi olarak tasarlayana kadar. Ancak o zamanlarda bu bahçeye kimse park sözünü kullanmamıştı elbette.
Hemen hemen bir yüzyıl sonra, 1648’de, İspanya’dan binlerce kilometre uzakta, Babür İmparatorluğu’nun şahı Cihan, Hindistan’ın Agra kentinde eşi Mümtaz Mahal’in anısına yaptırdığı Tac Mahal’in çevresinde 8 hektarlık bir bahçe tasarlattı. Yine kimse “Park” sözünü kullanmadı ama Agralılar burada dolaşıp, ağaçlardan meyve topladılar, çimenlerde dinlendiler.
Kent parklarının ilk örneği Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de ortaya çıktı. Batthyány ailesinin özel mülküyken 1751’de kamulaştırılan ormanlık alanda, düzenli yürüyüş yolları oluşturuldu, planlı bitki ekimi gerçekleşti ve daha önemlisi, bu alan herkese açıldı. Böylece bugünkü adıyla Városliget Parkı dünyadaki ilk kamusal park olarak kayıtlara geçti.
Parkların olmazsa olmaz haline gelmesini ise sanayi devrimi ve devrimin anavatanı İngiltere sağladı. 1839’da Derby’de açılan botanikçiler tarafından tanımlanmış bitki koleksiyonunu içeren Arboretum Britanya’daki kamusal parklar hareketini teşvik eden ilk yerdi.
1840 yılında 30 bin Londra sakini Kraliçe Victoria’ya kentin merkezinde bir park istediklerini belirten dilekçeyle başvurunca ortaya Victoria Parkı çıktı. O nedenle burası resmi kayıtlara Victoria Parkı diye geçse de, herkes orayı ‘Halkın Parkı’ olarak bilindi.
Batı dünyasının kentlerinde irili ufaklı onlarca park arka arkaya hayat bulurken, geleneksel Türk kentlerinde kamu yararına düzenlenmiş parklar 19’uncu yüzyılın ikinci yarısına kadar ortaya çıkmadı. Zaman zaman, örneğin Lale Devri’ndeki gibi mesire yerlerine rastlansa da, ilk park, İstanbul’da 1865-66 yıllarında düzenlenen Taksim Bahçesi’ydi.
Onu “Belediye Bahçesi”, “Halk Bahçesi”, “Millet Bahçesi” diye anılan Sarıkaya, (1868-69), Tepebaşı (1870-71), Sultanahmet (1871-72) ve aynı tarihli Bakırköy Tophanelioğlu bahçeleri izledi. Sonra da büyük Çamlıca Parkı halka açıldı. Hepsi Abdülaziz tahttayken gerçekleşti. Osmanlı’nın ikinci park hareketi, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra başladı. Bazı köşk ve kasırların bahçeleri parka dönüştürüldü, 1911’de de sonradan Nazım Hikmet’in ünlü şiirine ilham verecek Gülhane Parkı açıldı.
Parklar konusunda atılımlar cumhuriyet döneminde gerçekleşti ve tüm Anadolu kentlerinde parklar tasarlandı. En büyükleri Ankara’daki Gençlik Parkı ve İzmir’deki Bahri Baba Parkı (Kültür Parkı) idi.
Elbette yalnız Türkiye değil, dünyanın hemen her kentinde birbiri ardına parklar açılmaya başladı bu yıllarda. Ne savaşlar, ne savaş arası Büyük Buhran dönemi bu gelişmeyi durdurabildi. Örneğin 20’nci yüzyılda yaratılan en büyük kent parkı Bos Park, Amsterdam’da 1934 yılında, tam ekonomik krizin ortasında yapıldı. Kentin ortasına çakılmış ye- şil bir kazığa benzetilen park altı milyon kişi için eğlence ve dinlence işlevlerini sağlamayı amaçlıyordu. Park hem işsizlere iş yarattı hem de fonksiyonel tasarımıyla pitoresk geleneği kırdı.
Modern çağ parklarının en son örneklerinden biri ise Singapur’daki Gardens by the Bay Parkı. Doğa ve teknolojinin mükemmel bileşimi olan parkta, tropikal bitkilerle soğuk iklime uygun bitkiler, dev ‘süper ağaçlar’ bir araya geldi.
Türkiye’de ise durum vahim. Kentlere göç arttıkça parklara da ihtiyaç arttı. Ancak cumhuriyetin ilk dönemlerindeki parklaşma hamlesi, konut gereksinimi nedeniyle boş, yeşil arsaların yapılaşmaya açılması nedeniyle geriledi. Parklar, apartmanların arasındaki küçük alanlara sıkıştı. 2013’te, İstanbul’un cumhuriyet döneminde yapılan ilk parkı Taksim Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası’nın yeniden inşası gündeme geldiğinde geniş halk kitlelerinin parkı korumak için harekete geçmesinin nedeni de temel olarak buydu. İlk kez bir yeşil alanın korunması için düzenlenen eylemler sonunda kışla projesi geri çekildi. Park, bugün İstanbulluların yeşille buluştuğu bir alan olarak işlevini sürdürüyor.
Kaynak: Tempo – Haziran 2015 sayısındaki yazıdan kısaltılarak hazırlanmıştır.
Hazırlayan: Sibel Çağlar