‘Dünyanın daha iyi bir yer olması için uğraştık. Yaptıklarımızla tarihi değiştirdik. Gençtik, kibirliydik, pervasızdık, iki yüzlüydük, cesurduk, aptaldık, inatçıydık, dik başlıydık ve haklıydık!’
Bu cümleler 1997 haziranında, hippilerin dünyayla tanıştığı 1967 yazının 30. yıl kutlamalarında eski hippilerden Abbie Hoffman tarafından söylendi. O kutlamadan ve o çok meşhur yazdan bu yana 40 yılı aşkın zaman geçti. Artık dünyanın daha iyi bir yer olması için uğraşmakla bunu sağlamak arasında ne gibi farklar olduğunu tartışabiliriz.
Etrafımıza baktığımızda savaşlar, katliamlar, açlıktan ölen insanlar görüyoruz. Bu gördüklerimizin aslında bizi daha iyi daha güzel bir dünya kurmaya davet eden John Lennon’a ‘Aman biz hayal etmeyelim. Siz ettiniz olanları gördük’ deme hakkını tanıyor olması gerek ama tanımıyor. Çünkü şu anda gördüğümüz ve yaşadığımız en kötü şey bile 40 küsur yıl önce milyonlarca genç insanın daha iyi bir dünya kurmak için ellerinde çiçeklerle çıktıkları o muhteşem yolculuğun değerini düşürmüyor.
Ellerinde sihirli değnekleri yoktu ama dokundukları her şeyi değiştirdiler, arkalarını büyük güçlere dayamadılar ama inandıkları şeyler uğruna sonuna kadar gidebildiler. Hayal etmek ve inanmak en çok onların yaşadığı dönemde anlamını buldu. Anne babalarının da içinde bulunduğu pek çok insan tarafından uyuşturucu kullandıkları, aşka ve özgür sekse inandıkları için kıyasıya eleştirildiler. Yine de hiçbir kuşak inançlarını hayata geçirmek için onlar kadar inat etmedi. Farklıydılar ve değiştirme gücüne sahiptiler çünkü yola bu amaçla çıkmamışlardı. Budist öğretinin onlara söylediği gibi kendilerini akışa bıraktılar ve akış onları gitmeleri gereken yere götürdü. 1967 yılında Haziran ayı sonunda beat kuşağı olarak da bilinen bir grup insanın San Fransisco Haight Ashbury’de başlattıkları hareket internetin ve teknolojinin olmadığı bir çağda en özel ve kişisel iletişim yollarından biri olan müzikle yayıldı.
Hippiler gittikleri her yere müziklerini götürdüler, dillerini bilmedikleri insanlarla müzikle iletişim kurdular ve gittikleri yerlerden aldıkları sesleri müziğe dönüştürüp ülkelerine götürdüler. Bu sayede doğu ve batıyı tanıştırarak bugünkü globalizm kavramının temellerini attılar. O kuşağa ait insanların kimisi öldü kimisi inançlarına bağlı kaldığı bir yaşam sürdürüyor ve kimisi de liberalizmin ‘bırakınız geçsinler kapıları’nın başını tutuyor. Ama bu kuşağın efsanesi hala dimdik ayakta. Bunun en önemli sebebi ise bulundukları yerlerden dışarıya ve aslında kendi içlerine yaptıkları yolculuk. Bu hem gerçek hem de mecazi bir yolculuk aslında:bir kuşağın yolculuğu ve bu yolculuğun somutlaştığı Sultanahmet Katmandu seferi.
Bu yolculuğun özel olmasının sebebi batılı gençlerin özelinde bir kuşağın kendi hayatlarına ve iç dünyalarına yaptıkları bir yolculuk olması. Bu gençlerin pek çoğu altmışların tüketici toplum kültürünü reddetmişti ve yolculuk sayesinde daha eski ama sakin başka kültürlerle tanıştılar. İslam, Budizm, yoga ve meditasyon gibi kavramlarla karşılaştılar.
Hippilerin asıl etkisi yolculuktan sonra başladı. Avrupa hep tek bir renk olmaya alışmıştı: beyaz, tek din biliyordu Hıristiyanlık, batı tarihin yunan ve roma tarihiyle başlayıp bittiğine inanıyordu. Hippilerin farklı kültürlere olan merakı ve araştırmaları geri döndükleri Avrupa’yı tüm uygarlıkların anası Mezopotamya ile tanıştırdı ve Avrupalı’lara bildiklerinin çok da doğru olmadığını anlattı.