“Aylaklık, acelesi olan insanın hüküm sürdüğü dünyada bir terslik gibi gözükür. Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe bir naniktir. Çılgın yaşam ritimlerimiz içinde bir kestirme yoldur, mesafe almaya elverişli bir etkinliktir.” [Le Breton]
“Yürürken, diyor Oehler, düşünüyorum ve iddia ediyorum, yürüyorum ve birdenbire düşünüyorum ve iddia ediyorum yürüyorum ve düşünüyorum, çünkü yürüdüğüm zaman bunu düşünüyorum.” [T. Bernhard]
Modern zamanların hız ve haz çağında yürümekten bahsetmek garip olabilir. Teknolojinin içinde kaybolan insanlara, sanayileşme ve konformizme biat etmiş gönüllere yürümeyi övmek pek popülist olmasa gerek. Ancak popülizmin değil, hakikatin peşinde koşmak böyle bir şey olsa gerek.
Yürümeye övgümüz, küresel kapitalizme olan bağımlılığa karşı farkındalık oluştursa dahi bu kazançtır. Çünkü kapitalizme itiraz eden hemen hemen tüm kesimlerin sanayileşme, kentleşme ve otomobilleşmeye bir eleştiri getirememeleri, sömürünün sistematikleşmesine neden olmakta. Antikapitalist ve/veya sosyalist olduğunu iddia edenlerin emek sömürüsünün engellenmesine yönelik değil, bilerek veya bilmeyerek, sömürünün devam etmesine yönelik önerileri, bir çıkmazın içinde olduğumuzu gösteriyor.
Bu bağlamda David Le Breton “Yürümeye Övgü” adlı kitabında, günümüze de ışık tutan çok önemli tespitlerde bulunuyor. Çağdaş yaşamın zorunluluk olarak dayattığı hızlı yaşamın insanı kendisinden uzaklaştırdığını söyleyen Breton, yürüyüş ile hakikate ulaşma arasındaki ilişkiyi de şöyle açıklar:
“Yürüyüş dünyaya açılmadır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner ve çağdaş yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmekten çok zamanın keyfini çıkarmaya eğilimli hisseder.” [Breton, 2008: s. 11]
Acelesiz ve telaşsız yaşayarak, dünyadan ve zamandan bize düşen payın artacağını savunan Breton, yürümenin insanı öne çıkaran rolü hakkında da şunu söyler:
“Yürüyüşçünün acelesi yoktur ve zamana yenik düşmez. Öteki yol alma biçimlerini değil, bunu seçmişse, takvim karşısında egemendir, toplumsal ritimler karşısında bağımsızdır…” [Breton, s. 23]
Breton, ayrıca yürümek ile düşünmek arasında da orantısal bir ilişki olduğunu söyler. Breton, bu konuda Kierkegaard’dan şu sözleri aktarmaktadır: “Ben en verimli şekilde ancak yürürken düşünebiliyorum ve yürüyüşün uzaklaştıramayacağı hiçbir saplantının olabileceğini düşünemiyorum.” [Breton: s. 55] Bunun yanı sıra Thomas Bernhard da yürümek ile düşünmek arasındaki ilişkiye vurgu yapar: “Daha yoğun yürüyorsak düşüncemiz azalır, diyor Oehler, yoğun düşünürsek yürüyüşümüz yavaşlar.” [Bernhard, 2009: s. 62] “Yürüme ve düşünme, sürekli bir güven ilişkisi içindedir.” [Bernhard, s. 64]
İnsan ne kadar kibirli olmadığını söylese de, uçaktaki bir insanla yürüyen bir insan arasında bu açıdan bir fark vardır. En azından uçakta seyahat eden bir kişinin canlı yaşamına ilişkin bir tefekkür geliştirmesini bekleyemeyiz. Oysa yürürken o, canlı yaşamanın farkına varır, karıncaları görür, onlara basmama hassasiyetini hatırlar, gerektiğinde kargaları seyreder, kedilere selam verir ve kelebeklerin uçuşunu gözlemleriz. Bu, bize varoluşumuzun farkına varmamızı sağlar. “Toprağa basan ayak, önüne çıkan her şeyi acımasızca ezen ve geçtiği yerde yara izi bırakan araba lastiği gibi saldırgan değildir.” [Breton, s. 66]
Yürümenin sıradan bir eylem olmadığını, bireyin bilinçli bir tercihi olduğunu söyleyen Breton, “Yollarda yürüyüşçülere rastlanmaması ve sadece arabaların bulunması yakın zamanlarda tanık olmaya başladığımız bir olgudur. Atalarımız için bir yerden bir yere gitmek, hatta uzun yolculuklara çıkmak için yürümek bir zorunluluktu ama bugün ilke olarak bir tercihtir hatta toplumlarımıza damgasını vuran bedenin teknik nötralizasyonuna direnç gösterme bağlamında bilinçli bir tercihtir.” der. [Breton, 79]
Ulaşım endüstrisinin büyümesine ve petrole bağımlılığa karşı herkese en azından 20 dakikalık mesafeye yürüyerek gitmelerini öneriyorum. Özellikle gençlerin yürümesi lazım. Yürümek, devrimci bir eylemdir. Otomobilleşmeye karşı yürümeyi tercih etmek bilinçli bir tercihtir. Taş atarak, yakarak, yıkarak devleti zorlayamazsınız. Yürüyün, ayaklarınızı kullandırtmayan, kentleri büyüten siyasete karşı durun. Otomobilleri kentlerden kovmaya zorlayın, mümkün olduğunca araç kullanmayın, yürüyerek çevrenizi farkedin, hür olmayı yaşayın.
Küresel kapitalist sistemin kitle ulaşımına karşı, sizden her gün haraç almasına karşı, sizi sokakları yakmaya değil, yürümeye davet ediyorum. Modernizmin insanı hantallaştırıp vergi almasına karşı sizi her gün en az 20 dakika yürümeye çağırıyorum. Yürümek öze dönüştür. Evden okula giderken yürüyün, işten eve giderken yürüyün, yapamıyorsanız daha erken durakta inin ve yürüyün, bağımlı olmayın, fıtratınıza dönün. Tekerlekli ulaşım, ulaşım endüstrisi için tasarlanmıştır ve bu süreç toprağın asfaltla kaplanmasına ve canlı yaşamını yok etmeye, iklim değişikliğine kadar kötü sonuçlara gitmektedir. Bu ulaşım endüstrisine muhtaç değilsiniz. Konformizm, sömürülmenize neden olmaktadır.
Kaan Yiğenoğlu – istiraki.blogspot.com.tr
Kaynakça
– David Le Breton, Yürümeye Övgü, Sel Yayınları, 2008.
– Thomas Bernhard, Yürümek – Evet, Yapı Kredi Yayınları, 2009.