Kültür turizmi; doğal alanları, anıtsal ya da sivil mimari yapılarını, sanat ürünlerini, koleksiyonları, kültürel kimlikleri, gelenekleri ve farklı dilleri kapsayan, somut ve somut olmayan kültür mirasının tüm ürünlerini paylaşmayı ve tanımayı amaçlayan bir gezi türü olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda, Anadolu coğrafyasının barındırdığı doğa, tarih ve kültür zenginliği ve çeşitliliği, Türkiye’yi kültür turizminde iddialı bir sunucu konumuna taşıyor. Kültür turizmi, ülkemizin kültür mirasını korumak ve yaşatmak için önemli fırsatlar barındırırken, özellikle küçük ölçekli tarihi kentler için yeni yatırım ve iş olanaklarını, ekonomik kalkınma ve rekabet gücünü artıran seçenekleri de gündeme getiriyor.
Alışıldık gezi programlarına bakıldığında, kültürün tur programında çeşitlilik katan yardımcı bir öğe olarak yer aldığı görülür. Ziyaret edilen kentin tarihi yapılarını, sanat eserlerini ya da yaşam kültürünü “görme”ye giden gezgin, bu kültürü derinlemesine tanımak yerine, rehberin verdiği bilgiler doğrultusunda kültürün tüketicisidir. Ne var ki son yıllarda, kültür artık seyahat etmenin başlıca nedeni, hatta amacı haline gelmiş bulunuyor. Araştırmalara göre kültür gezginleri, yeni bir şeyler öğrenme arzusu ve yolculuk boyunca hayatlarını zenginleştirecek deneyimler yaşama umudu ile yola çıkıyorlar; doğal ve kültürel çevrenin korunmasını ısrarla talep ediyorlar. Farklı kültürlerin mirası ile tanışmak ve kaynaşmak, gezginin duygu ve düşüncelerinde yeni ufuklar açıyor. Kültür turizminin gücü, onların bu beklentilerini karşılayabilen kentleri öne çıkarıyor.
Tarihi ve kültürel mirasın, somut ve somut olmayan ürünleriyle bir bütün olarak korunup yaşatılması, bugün kültür turizminin öncelikli meselesi olarak öne çıkmaktadır. Ülke/bölge algısını ve rekabet gücünü artırmak, yerel ve bölgesel ekonomilere katkı sağlamak, gelişmiş bir kültür bilinci ile doğal ve tarihsel mirası geleceğe taşımak için kültür turizmi önemli bir tetikleyicidir. Çağımızın yükselen değerleri olan kültür endüstrileri ve yaratıcı endüstrilerle de kültür turizmi arasında organik bağ vardır.
Öte yandan turizm, kültür varlıklarının ve yerel yaşam biçiminin yıpranıp bozulmasına neden olarak, yerel kültürün ve kültür mirasının ticari amaçlarla piyasa ürününe dönüşmesine, kültür ürünlerinin yozlaşmasına ve yapaylaşmasına neden olur. Oysa kültür gezginlerinin kültürün bozulmamış, özgün halini aradıkları da bir gerçektir. Tarihi kent ve kasabaların ziyaretçilerine sunduğu en değerli deneyim kültür mirası ise, bu mirası korumanın önemi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kültür turizmini hedefleyen tüm kesimlerin elbirliği ile yerli yabancı gezginlerin ilgisini çeken değerlerin, turizmden zarar görüp yok olmaması güvence altına alınmalıdır.
Gezginlerin rahatını sağlamak, doğal ve kültürel çevrenin ihtiyaçlarını gözetmek, aynı zamanda tarihi kentlerin ekonomik kalkınma ve rekabet gücü kazanma çabalarını desteklemek arasında doğru bir denge kurabilmek için, tüm tarafları bir araya getiren bütüncül bir yaklaşım zorunludur. Bu denge içinde başarılı bir kültür turizmi formülünü kısaca şöyle ifade edebiliriz:
– Tarihi çevrenin kalitesini geliştirmek
– Ziyaretçi deneyiminin kalitesini yükseltmek
– Ziyaretçi sayısını ve akışını yönetmek
– Yerel topluma ve ekonomiye yarar sağlamak
– Bölgedeki diğer çekim merkezleriyle rekabet etmek yerine işbirliği yapmak, birbirini tamamlayan etkinliklerde buluşmak
– Toplu kamu taşımacılığından en üst düzeyde yararlanmak
– Turizm sektörüne ulaşım için altyapı desteği sağlamak.
Kültür turizminin karşı karşıya kaldığı farklı konu ve sorunlar arasında denge kurabilmenin yolu kapsamlı, bütüncül, paylaşımcı ve çok katılımlı bir yönetim planından geçmektedir. Bu ilkelerle hazırlanacak uzun ömürlü bir kültür turizmi planlaması şu ilkeleri içerir:
– Mimari, arkeolojik, kültürel ve insani değerleri geleceğe taşırken, bu değerleri ziyaretçi baskısının olumsuz etkilerine karşı korumak,
– Koruma öncelikli bir yaklaşımla, kültür varlığına sahip çıkan farklı yerel grup ve kuruluşların taleplerini dikkate almak,
– Ziyaretçilere kültür varlığına erişme, deneyimleme, aynı zamanda bilgi edinme ve öğrenme olanakları sağlarken, ziyaretçi deneyiminin kalitesini gözardı etmemek,
– Sürdürülebilir turizm için tehdit oluşturan sonuçları (izdiham, araç yoğunluğu, kültür varlığında aşınma ve yıpranma, duyarlı alanlarda uygun olmayan ziyaretçi davranışları gibi) tanımlamak ve etkilerini azaltmak,
– Turizmin; yerel topluma olduğu kadar kültür varlığına ve ziyaretçilere yarar sağlama potansiyeli taşıdığını kabul etmek.
Bu denklemde en zorlu rol yerel yönetimlere düşmektedir. Çünkü her tarihi yerleşme kendine özgü farklı sorunlara sahip ve farklı çözümler gerektirir. Bu sorunları ve çözüm seçeneklerini en iyi bilen yerel yönetimler, tüm paydaşlarla ortak sorumluluk ve yükümlülükler çerçevesinde işbirliği yaparak, her kesimi gözeten politikalar geliştirmeye ve hayata geçirmeye en yakın taraftır. Nitekim “sürdürülebilirlik”, bütün paydaşların katılımıyla, işbirliği, ortak hareket etme, etkileşim ve karar mekanizmalarında yer alma anlayışıyla mümkündür.
Handan Dedehayır
Kaynak : Çekül
Gezginler