İstanbul’daki Köpeklerin Hayırsızada Sürgünü

Köpekler insanın en sadık dostu. Onlarla kimi zaman evimizi, kimi zaman sokağımızı paylaşıyoruz yaşadığımız şehirlerde. Anlatacağımız olay hüzünlü bir hikaye bu dostlarımız hakkında. Gerçekte bir hikaye değil de sürgün desek daha doğru olur: Hayırsızada Sürgünü…

İstanbul’un fethinden beri köpekler de şehrin bir parçası haline gelmişti. Bizans döneminde daha çok kedilerin hakim olduğu kentte, Türklerle birlikte köpekler dokunulmazlık kazanmıştı. Sokaklarda, caddelerde serbestçe dolaşan köpekler, yabancıları çok şaşırtıyordu. 1800’lerin sonunda, Fransız Dergisi L’Illustration, bu konudan şöyle bahseder:

“Köpeklerin en çok sevildiği ülke hangisidir? Türkiye (notum: evet batıda Osmanlı Devletine uzun zamandan beri Türkiye deniliyordu). Orada onların hepsine uygun olup olmadığına bak­maksızın yemek veriliyor. Hamile dişi sokak köpeklerine doğum yap­maları için evlerin önünde ot veya samandan yatacak yer hazırlanıyor. Camiden çıkıldığında, onlara özel olarak yapılmış peksimet dağıtılıyor. İstanbul’da kendilerini barındırma hakları meşhurdur.

Bu kentin sokak köpeklerinin nüfusu 60 bin kadar­dır. Küçük aşiretlere bölünmüşler; bu aşiretlerin her birinin bir soka­ğı veya bir mahallesi bulunuyor ve oradan çıkmadıkları gibi kimseyi de sokmuyorlar, böylece her köpek aynı mahallede doğup, büyüyüp ölür. Lüksün ve zarafetin merkezi olan Pera Caddesi’nin orta yerinde bu köpekleri caddenin veya kaldırı­mın ortasında yayılmış bulursunuz. Kırların ortasındaki kadar rahat bir şekilde gelen geçeni umursamıyor­lar. Daha doğrusu kendi evlerinde olan onlar; size de onların rahatını bozmamak düşüyor.”‘

O zamanlar Mancacılık diye bir meslek var. Manca kedi, köpek yiyeceği demek. Mancacı ise, bu yiyecekleri satan kimseye denir. Eğer sokak hayvanlarını besliyorsanız Mancacıdan bu yiyecekleri alıp hayvanlara veriyorsunuz. İsterseniz de, Mancacı’ya para veriyorsunuz o sizin yerinize sokak hayvanlarını düzenli olarak besliyor.

Çok ilginçtir ki İstanbul’daki köpeklerin ilk kez başının belaya girmesinin sebebi İngiliz bir turisttir. Galata’da gezerken köpek saldırısına uğrayan turist, bastonuyla kendini savunmaya çalışsa da kaçarken yüksek bir yerden düşüp ölünce İngilizler ültimatom verir. Sultan II. Mahmut sokak köpeklerinin toplanıp şehrin dışına bırakılmasına karar verir ama halkın tepkisi sultana geri adım attırır. İstanbul halkı, köpeklerin şehri belalardan koruduğuna inanır.

Yine 1865 senesinde (Sultan Abdülaziz dönemi) artan köpek nüfusu birilerini harekete geçirir. Köpeklerin toplanıp boğazdaki Hayırsız Ada’ya bırakılması kararlaştırılır. Toplanılan köpekler adaya vapurlarla sevk edilir. Tam bu sırada gerçekleşen büyük İstanbul yangını, Beyazıt’tan Gedikpaşa’ya kadar evleri kül eder. Halk köpeklerin şehirden yollanmasına bağlar bu büyük felaketi. Kim bilir belki de haklıdırlar. Köpekler olsa belki yangından bu kadar büyümeden önce haber alınabilecekti. İkinci bir emirle köpekler adadan alınır ve gerisin geri İstanbul sokaklarına döner.

II. Abdülhamit döneminde çıkan kuduz salgınına rağmen, padişah köpekleri boğdurmak, yaktırmak veya şehir dışına yollamak yerine kuduzla savaşmayı seçer. Kuduzu engellemek için dünyanın üçüncü kuduz enstitüsünü İstanbul’da açtırır. Köpekler son rahat yıllarını bu dönemde geçirir.

İttihat Terakki dönemi ise köpekler için sonun başlangıcıdır. Belediye Başkanı Suphi Bey sokaklardaki köpek nüfusundan çok rahatsızdır. Öyle ki İstanbul nüfusunun 1 milyon olduğu o günlerde sokak köpeklerinin sayısı 80 bini aşmıştır. Neredeyse on kişiye bir sokak köpeği düşüyor demek oluyor bu. Ve nihayetinde Hayırsız Ada toplama kampı kararları yeniden yürürlüğe konur. 80 bin köpek birkaç gün içerisinde toplanarak vapurlarla adaya bırakılır.

Bu noktada Hayırsızada hakkında biraz bilgi vereyim. İstanbul adaları içerisinde adalar kümesine en uzak olan ada, Sivri Ada adıyla da anılır. Bizans döneminde Oxia adıyla anılırken, bir sürgün mekanı olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda ada üzerinde tarihi bir manastır bulunur. Din adamları hayatlarının son demlerinde bu adaya gelerek inzivaya çekilirmiş. Bu ada üzerinde bir tane bile ağaç bulunmaz. Yalnızca küçük bir tatlı su kuyusu vardır. Ayrıca Haydarpaşa rıhtımı yapılırken buradan kırılarak getirilen taşlar kullanılmıştır.

Konumuza dönecek olursak, 1910 haziranında 80 bin köpek toplanıp bu adaya atıldı demiştik. Adada köpeklerin yiyecek bulması imkansızdır. O kadar köpeğe küçük bir kuyudan su da verilemez. Güneşten korunabilecekleri bir ağaç bile yoktur o  haziran sıcağında.

O adada 80 binden fazla köpek açlığa, susuzluğa ve sıcağa terk edilmiş. Arada tekneyle ile yeni köpek getirilmiş Hayırsızada’ya. Bu böyle üç ay sürmüş. Çaresiz köpekler ne kadar uzakta olsa da bir tekne görünce başlıyorlarmış ulumaya. Acı iniltileri İstanbul sokaklarından duyulur olmuş.

Halk ise bu durumdan rahatsız olmuş ama elden bir şey gelmemiş bu sefer. Seslere dayanamayanlar sandallara, teknelere atlayıp en azından bir kaç tanesini gizlice geri getirmeye gitmişler ve adaya yanaştıklarında gördükleri manzarayı bir daha hiç unutamamışlar; küme küme köpek cesetleri, 1 mil uzaktan hissedilen ağır bir leş kokusu, güneşten bunalmış hararetle denize girip son gücüyle suda kalmaya çalışan, adada gölge bulmak için toprağı kazan, leşlerden et koparmaya çalışan, açlıktan gözü dönmüş bir şekilde birbirine saldıran köpekler.

Ne diyelim, 21. yyda hala çözülememiş bir başıboş köpekler sorunu ve katledilen on binlerce köpek. Belki de sorunun çözümünü köpekleri vahşice katletmek veya toplama kamplarına doldurmaktan başka bir yönde aramalıyız.

Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film ödülünü alan Hayırsızada (Barking Island) filmine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

http://dunyalilar.org/hayirsizada-barking-island-2010.html

Ermeni asıllı Fransız yönetmen, bu duruma acımasızca eleştiri getirse de unutmayalım ki bu bütün insanların ayıbıdır. Avrupa şehirlerinde aynı manzara hatta daha bile kötüsü yaşanmış, hayvanlar yakılarak telef edilmiştir. Burada olayın vahametini arttıran, o tarihe kadar dokunulmadan yaşamaları ve sayılarının yüzbinleri bulmasından sonra toplu halde katledilmeleridir.

21. yüzyılda bile bu vahşi uygulamalardan vazgeçilmediğini üzülerek görüyoruz. En son örnek Euro 2012’den önce Ukrayna’da köpeklerin canlı canlı yakılarak katledilmesidir.

Buğra Derci
http://bugraderci.blogspot.com/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir